30 Nisan 2008 Çarşamba

Saçmasapan Sorular

Saçmasapan sorularım var bugün !!


Tuna Kiremitçi her yazısının altına Neco'nun kızına neden mesaj yazıyor?
Çamaşırların 2 yıkamada solmaması için nasıl yıkamak lazım? Ya havlular zımpara kağıdı gibi olmasın diye ne yapmalı?
Evde uçuşan kelebekimsi böceklerden nasıl kurtulunur?
Dirsekler nasıl yumuşar?
Her sabah havayı anlayıp doğru kıyafet nasıl giyilir?
Saç düzleştiriciden yıpranan saçlara ne yapılmalı?
Caddedeki Boyner ne zaman açılacak? Ya altında hangi kafe olacak?
Burun oynatıp ev toplama teknolojisi ne zaman çıkacak?


Bu soruların cevaplarını bilen varsa yazsın da beni meraktan kurtarsın...

ps 1: Beni merak edenler resmini gördüm ama sesi ne menem diyenler tıklayınız.

ps 2: Yarın umarım barış ve dostlukla anacağımız bir 1 Mayıs olur.

29 Nisan 2008 Salı

Wii Fit

Evde wii ile spor yaptığımızdan bahsetmiştim ya. Hani tenis falan oynuyorduk. Wii fit diye bir alet ekledik wiimize ve evde sporun dozajını kaçırdık.

Step tahtası gibi bir alet üzerine çıkınca kilo ölçüyor verilerinizi girince vucut kitle endeksini hesaplıyor ve ne kadar spor yapılmalı ve kadar kilo verilmeli hedefliyor ve bir spor programı yapıyor. Sonrasında tahtanın üzerinde ister step, ister yoga özel eğitmen ile yapıyorsunuz.

Uzaktan kumandayı cebinize atarsanız koşabiliyorsunuz hatta 2 kişi yarış bile yapılıyor. Futbol topuna kafa atmaca, ip üstünde yürümece, kayak, hullahop çevirmece şimdiye kadar çözebildiklerimden. Daha neler var acaba?

Artık ister istemez evde spor yapıyoruz hem de spor yapar gibi değil oynayarak. Nasıl birşeymiş derseniz tıklayınız.

Hayat hiç bu kadar sanal olmamıştı.

27 Nisan 2008 Pazar

Van gezisi

Sonunda döndük…
Van ve çevresi gezimiz 7 gün sürdü. Ahlatlı Önder Abi sayesinde karış karış gezdik.O olmasa bu geziyi yapamazdık. Hem tarih bilgisi hem organizasyon yeteneği ile bizi kuş gibi oradan oraya hep zamanında uçurdu. Grubumuz 4 kişiydi. Asıl amacımız annemin ‘’Dünü Unutma ki yarına Hakkın Olsun’’ konferanslarını okullarda vermesiydi. Karabekir Paşanın fotoğraf arşivlerinden oluşan konferansı öğrenciler büyük bir duyarlılıkla ve yaşlı gözlerle izlediler. Yaşadığımız tüm umutsuzluğa rağmen doğunun kalelerinin sağlam olduğunu görmek sevindirici. Çıkan birkaç çatlak sesi bastıracak güçlü sesler o okullarda yetişiyor.Ne mutlu bize

Dedemin çocukluğu babasının görevi nedeniyle Van’da geçmiş. Onun anılarından yola çıkarak yaşadığı sokağı buluyoruz. Şimdi ortada olmasa da o dönem de 2 yanından kanal geçen ağaçlıklı bir sokakta yaşamışlar. Yüzmeyi Van gölünde öğrenmiş, Van dağlarında ilk defa ata binmiş.Daha sonraları düşman işgalinden kurtardığı Van çocukluk anılarından pek farklıymış. Yakılıp yıkılan harabe bir şehir. Van Gölü isimli bir şiir yazmış. Van anılarını anlatan. Doğunun Marmarası olarak adlandırmış Van Gölünü ama ıssız bir mavi çöl olduğu için üzüntü duymuş. Bugünlerde ıssız mavi çöl kenarındaki üniversite ile, şehirlerle kalkınmaya hazır. Yeter ki gerekli önem verilsin.

Geldiğim gibi orada tuttuğum notları bilgisayarıma geçirdim unutmamak için.Aslında blog için ayrı bir yazı yazmayı düşünmüştüm. Ama sonra vazgeçtim. Uzun upuzun bir yazı bekliyor sizi ama içimdeki duygular daha da fazla.
300 ün üzerinde resim çektim. Bazılarını yayınlıyorum elemek gerçekten çok zor.
Doğu benim için çok özeldir. Oraların toprağına ayağım daha sağlam basar ya da ben öyle hissederim. İstanbul’dan görünen doğudan çok farklı yerler var orada. Şartlar zor olsa da insanlar daha gerçek. İçim tertemiz döndüm. Umarım herkesin doğuya bir gezi yaparak kendi doğu masalını yazma şansı olur.



1. Gün

Edremit Van’a bakar
İçinden Şamran akar.



Uçak inerken pencereden bakıyorum masmavi bir deniz pırıl pırıl Vanlılar haklı burası göl değil uçsuz bucaksız bir deniz. Doğu’nun kara iklimini yumuşatan, biraz Akdeniz havası taşıyan kocaman bir deniz.
Uçaktan iner inmez Van yüzüncü Yıl Üniversitesinin Misafirhanesine gidiyoruz. Üniversite şehir merkezinde 10 km uzaklıkta Van gölünün kıyısında. Benim üniversitemle kıyaslanınca belki 10 kat daha büyük bir alana yayılmış. Pazar günü olduğu için göl kıyısındaki kafeyi öğrenciler doldurmuş, uzanan mendirekte yürüyüş yapanlar var.
Öğlen yemeğini üniversite de yiyoruz. Van mutfağından Ayranaşı, bildiğimiz yoğurtlu çorba ama içinde kabak ve çeşitli otlar var. Buğday ve nohut ile yapılabiliyor.

Güneşi ve ılık havayı görünce bir kazakla yola çıkıyorum. Van Şehir merkezinde güneşin bulutların arasına girmesi ile içim donuyor. İlk gördüğüm dükkandan bir mont alıyorum. Arabaya binince montun markasının Butik Vedat olduğunu görüp çok gülüyorum. Sonraki günlerde iyi ki almışım diyorum sık sık çünkü güneş gidince hava buz gibi oluyor.

Hava konusunda şanslı olduğumuzu söylüyor herkes yıllardır 23 Nisan haftası Camışkıran denilen soğuklar olur hatta kar bile yağarmış. Van bize güneşli yüzünü gösteriyor kaldığımız süre boyunca.

İlk gün gölün üzerinden güneşi batırmaya Van Kalesine çıkıyoruz.
Kalede çocuklar bir çok dilde kalenin tarihini anlatıyorlar. Van Kalesinin tepesinden Van gölü çok güzel gözüküyor ancak arka tarafta Eski Van’ın Ermeniler tarafından yakılıp yıkıldıktan sonra kalan kalıntılarını görmek üzücü.

Van çok acı çekmiş bir şehir belki hala da birçok acısını sürdürüyor ama gölün güzelliği ve orada Vanlıların geniş yürekleri bu acıları kapatıyor.
Kaleden dönüşte Edremit’e gidiyoruz. Sonra şehre geri dönüyoruz.Hava kararınca bir kahve içmeye girdiğimiz kahvede menüye dayanamayıp yemek yiyoruz.
Saçıbeyaz sadece Van’ın değil belki de Türkiye’nin en modern kafelerinden biri. Son model duvar kağıtları, rahat koltukları ve dünya mutfağından örnekleri ile bizi şaşırtıyor. Ev yapımı erişte ve ıspanaklı krep hepimizce beğeniliyor.
Masalarda laptopları ile çalışan öğrenciler, Pazar akşam yemeğine gelmiş aileler ile İstanbul’dan görünenden çok farklı bir Van çıkıyor karşımıza. Ne güzel…


2. Gün

Ey Van şehri, senin bu harabelerin bile.
Bize cennet gibidir, her şeyden kıymetlidir.





Ertesi gün asıl program başlıyor. Annemin liselerde ve Vatso’da konferansı var ayrıca resmi ziyaretler 5 dakika boş kalmadan kaldığımızda da mutlaka yeni yerler görerek güne devam ediyoruz.
Van’da huyum değişiyor ve ayak bastığımızdan itibaren tam bir çay sever oluyorum. Önüme gelen çayları hiç itirazsız içişime bizimkiler çok şaşırıyor. Doğu’da çaysız sohbet, ziyaret olmaz. Eskiden teşekkürler almayayım diye israrları geçiştirirken bu çay üzerine çay içişime ben bile şaşırıyorum. Her çayda Nalan'ın kulaklarını çınlatıyorum...

Van’da bir çok okula gittik her birince pırıl pırıl öğrenciler ve güçlü bir eğitim kadrosu ile karşılaştık. Çok sevindirici bir durum ama doğudaki okulların herkesin desteğine ihtiyacı var.

İşlerimiz bititkten sonra Van çarşı içi, rus pazarını geziyoruz.Aslında daha çok çin pazarı olmuş burası. Kendime Van kedili bir porselen demlik almama kimse şaşırmıyor.

İskelede çay içerken trenlerin gemiye yüklenmesini ve Tatvan’a geçişini izliyoruz. Van Tatvan arası Van gölü üzerinde arabalı vapur çalışıyor. Yolculuk 4-5 saat sürüyormuş.

Dönüşte Zeve Şehitliğini ziyaret ediyoruz. Burada 8 köy den insanlar Ermeni Mezaliminden kaçamadan bu topraklarda katlediliyorlar.1992 yılında toplu mezarlar açılıyor ve belgeleniyorlar. Sözde Ermeni soykırımına inan herkesin Van’a gidip gerçek ağızlardan olayları dinlemesi lazım. Çünkü Van’da dedeleri veya büyük dedeleri mezalime uğramamış ev neredeyse yok.

3. Gün
Ertesi güne Van Belediye Başkanı tarafından verilen meşhur Van Kahvaltısı ile başlıyoruz Hele bir bak en meşhur kahvaltı sarayı.Masa da yok yok. Otlu peynir, kaymak, bal favorilerim. Daha sonra Van’ın Sesi TV canlı yayın, resmi ziyaretler gün boyu sürüyor. Israrlarım sonucu Üniversite bünyesinde bulunan Van Kedi Evine gidiyoruz. Annem küçükken bana kedi evi diye masal anlatırdı. Masallardaki o eve gitmiş gibi oldum. Kocaman 2 katlı bir villa bembeyaz Van Kedilerine ayrılmış. Doğum odaları, bebek odaları ve her yer bembeyaz pofuduk van kedisi.

Daha sonra Hoşab kalesine gitmek için yola çıkıyoruz. Hakkari sınırına doğru ilerliyoruz. Sağımız solumuz karlı dağlar ve üzerlerinde dağ köyleri. Arada geçen tırlardan başka araba yok. Ara sıra askeri kontrollerden geçiyoruz. Hoşab Kalesi Urartular tarafından 11.yy’da yapılmış ve hala ayakta duruyor. Bizim yaşadığımız binalar daha kaç sene ayakta durabilir acaba insan düşünmeden edemiyor.

Hoşab kalesinin ardından Çavuştepe Kalesine çıkıyoruz. Dağlarla sarmalanmış bir kale burası. Tepeden manzaraya ama en çok da sessizliğe çarpılıyorum.Hiç ses yok. İstanbul’da bilmeden geri plandan ne sesler depoluyoruz kimbilir. İçimin temizlendiğini hissediyorum bu sessizlikte...

4. Gün

Ahlatın başındayım
Onatlı Yaşındayım.


Ertesi sabah erkenden Van’a veda ediyoruz ve Ahlat’a doğru yola çıkıyoruz. Ama önce ters yönden Akdamar Adasına gidiyoruz. Yolda Edremit’de göl kenarı Van Kahvaltısı ediyoruz. 23 Nisan nedeniyle çevre okulların öğrencileri toplanmış onları izliyoruz.

Akdamar Adasına gitmek için tekneye biniyoruz. Önden bakıldığında çorak bir ada. Akdamar Kilisesi bizi karşılıyor.Öncesini bilmediğim için ben yorum yapamıyorum ama annem çok düzelmiş diyor. Kiliseden daha çok arka taraf etkiliyor beni. Badem Ağaçları çiçek açmış. Her taraf çiçek arkalarından mavi göl gözüküyor. Muhteşem manzara eşliğinde bir çay içiyoruz. Günlerce burada kalabilir insan.

İskelenin karşısındaki çay bahçesinde daha önce anlatılan ters laleleri görüyorum. Sadece bu yörede görülen bir lale türüymüş.

Yolda Vizontele’nin çekildiği Gevaş’tan geçiyoruz. Bir market ismini Vizontele koymuş. 3000 yıllık Şamran kanalı hala su taşıyor şehre. Kanalı görmeye gidiyoruz. Farklı bir kanal beklediğimizden sıradan bir kanal görmek şaşırtıyor bizi. Yine de üçbin yıldır şehre su taşıması oldukça ilginç.

Ahlat Yolu üzerinde Muradiye Şelalesinde öğle yemeği molası veriyoruz. Asma sallanan bir köprüden geçmek gerekiyor. Ben bu tür şeylerden çok korkardım bacaklarım boşalırdı ama keyifle geçiyorum hatta çocukların köprüyü sallamalarına bile ses etmiyorum. Dedim size Van’da huy değiştirdim ben. Alabalık yiyoruz şelaleye karşı. Biz yemek yerken bir kadıncağız köprünün yarısında korkudan yere yapışıyor ve emekleyerek geçiyor karşıya.
Bu harika doğanın yanında yapılan tesisler çok yetersiz. Tatil günü sebebiyle heryer dolu.
Keşke daha iyi tesisler olsa demeden olmuyor.

Van’ın meşhur İncili kefali av yasağında olduğu için yiyemiyoruz. Balık şelalesinde yılın belli dönemi balıklar yumurta bırakmak için atlarlarmış. Ama daha o mevsime gelmediğimiz için sadece şelaleyi görüp resimlere bakıyoruz. Şelale çevresinde güzel bir park yapılmış ve piknik yapan aileler var.

Erciş’te dondurma Adilcevaz’da çay molasından sonra Ahlat’a varıyoruz.

Belki 10 seneden fazla annemden Ahlatı dinlerim ben. Göl kıyısı, doğası, ahlat taşı diye anlatır durur. Ahlat Bitlis’e bağlı küçük bir ilçe ama tarihi önemi çok büyük. Türklerin Anadoluya giriş kapısı ahlat bir nevi bu topraklarda yaşamamızın tapusu. Bu yüzden hem kültürel hem de tarihi açıdan çok zengin bir kent. Keşke bu zenginlikler turizm yatırımlarına dönüşse Van Gölü ve çevresi yerli ve yabancı tursitlerle dolsa.
Ahlat taşı koyu kahverengi bir taş tüm evler bu taşla yapıldığından ortaya oldukça hoş bir görüntü çıkıyor. Ahlat meyve bahçeleri ile ünlü. Her evin kocaman bahçesi var. Bahar olduğundan bu ağaçlar çiçeklerle bizi karşılaması çok sevindirici.

Ahlat’a akşam vakti varıyoruz ve göl kenarındaki otelimize yerleşiyoruz. Akşam çarşısında bir yürüyüş yapıp burada bulunan çok şirin bir kafe olan Yaren Kafe’ye gidiyoruz. Bu kafe kilimlerle döşenmiş çok keyifli bir yer. Ahlat’da bulunduğumuz her akşam bu kafeye mutlaka uğruyoruz.

Daha sonra Aşkın Pastanesinde tatlı yiyoruz. Bu gezide açılan iştahım umarım kısa zamanda kapanır. Neyse ki çok gezmekten kilo almamışım.

5. Gün


Ertesi sabah otelde kahvaltı edip Ahlat Müzesini ve Selçuklu Meydan Mezarlığını geziyoruz. Mezar taşları belki 3 insan yüksekliğinde. Oldukça etkileyici. Ahlat’da bir çok kümbet bulunuyor. Her mahallede bir tane mutlaka var. Uluğ Kümbet, Bayındır Kümbet, Erzen hatun Kümbeti,Şeyh Necmettin Kümbeti gezdiklerimizden birkaçı.

Osmanlı Sahil kalesi ve içinde bulunan Camileri geziyoruz. Önder ağabeylerin bahçesinde meyve ağaçları arasında bir çay molası verip annemin lisede vereceği konferansa gidiyoruz.

Daha sonra Baston atölyesinden bir kar bastonu alıyorum. Böylece bir daha kar yağdığında rahatlıkla yürümeyi garantiledim. Ahlat Bastonu ile çok meşhur. Bir çok baston atölyesi bulunuyor.

Akşam üstü Önder abinin ablasının evine yemeğe gidiyoruz. Ahlat mutfağının lezzetlerine dalıyoruz. Ufak köfte çorbası, kuru fasulye pilav, içli köfte. Baklaa’ya yer kalmadığı için yanımıza veriliyor hiç ses etmeden alıyoruz.

Daha sonra Abdurahman Gazi Türbesini ziyaret edip Belediye Aile Çay Bahçesinde tabi ki çay içiyoruz. Van gölünde gelip yunuslara binmeden olmaz diyerek Tuna Ablayla kısa bir yunus gezisi yapıyoruz gölün üzerinde. Van gölü canavarından çekinerek gezimizi pek kısa tutuyoruz.

Akşam yine yaren kafe’ye gidiyoruz. Öğrenciler masalarda satranç oynuyorlar. Biz de bir iki el tavla atıp çay içiyoruz.

6. Gün

Bitlis’te 5 minare
Beri gel oğlan beri gel



Kaymakamı ziyaret sırasında annemden Ahlat’daki okullarda konferans yapması isteniyor böylece bir çok okulu bir araya getiriyorlar ve askerlerinde ziyareti ile güzel bir konferans oluyor.

Öğlen ise bir ilk öğretim okuluna yemeğe davet ediliyoruz. Mahalleli yemek yapıyor ve okulun koridoruna upuzun bir masa kuruluyor. Ayran aşı, Kodumuk (su teresi) ve patatesli bulgur pilavı yiyoruz. Harika yemekten sonra öğrencilere getirdiğimiz hediyeleri veriyoruz. Okulun müdürü her okulda böyle müdür olsa denecek türden. İçimiz pırıl pırıl ayrılırken okul bahçesinde bir fırtına kopuyor. Yer gök birbirine giriyor tozdan. Meğerse Şeytan fırtınası olurmuş 3 dakika sürüyor ama dişlerin arasından kulak içimize kadar toza bulanıyoruz. Çocuklar alışık olacak ki hemen içeri kaçışmışlar.

Yemekten sonra Tatvan’a doğru yola çıkıyoruz. Yolda El Aman Kervansarayını ziyaret ediyoruz. Kışlar burada çok sert geçtiğinden bir çok kervansaray yapılmış. Elaman kervansarayı restore edilmiş ve turizime açılacakmış yakında. Proje sürecinde resim çektirmiyorlar ama bu haberi almak bile sevindirici geliyor.

Göl kenarında kıyıdüzü köyünün konumu çok hoşuma gidiyor. Ben her gördüğüm köye uğramak istesem de resmi ziyaretler nedeniyle programda geç kalmamak için durmuyoruz.

Tatvan’a büyük bir alışveriş merkezi yapılmış. En üst katı da restoran. Güzel bir tatlı yiyoruz.
Çok sevindirici böyle güzel yerlerle karşılaşmak.

Bitlis’e varıyoruz. Bitlis’in içinden İran’a giden yol geçiyor.Böyle bir trafik olamaz. Yolda duracak yer yok. Her yer insan kaynıyor ana sokağında belki 15 tane kahve var. Sokakta hiç kadın yok neredeyse ama yürüyüşümüz boyunca negatif bir şeyle karşılaşmıyoruz. Aksine İstanbul’da göremeyeceğimiz bir kibarlıkla yol verenler var.

Bitlis’te 5 minareyi görmek için Camileri geziyoruz ve İhlasiye Medresesine gidiyoruz. Medrese de turizm ile ilgili ofisler var ve ben müdürün odasına vuruluyorum. Keşke öyle bir çalışma ortamım olsa diye ayrılıyorum oradan. Bitlis evlerini görüp dönüş yoluna vuruluyoruz.

Ahlat’a dönüp Abdurahman Gazi türbesinin üst kısmında bulunan Şehitliğe gidiyoruz. Burada Ahlat’ın teröre verdiği şehitler yatıyor. Gözlerimiz yaşlı güneşin batışını seyrediyoruz.

Akşam yine Ahlat yemeklerinden oluşan bir menüye davetliyiz Önder Abinin diğer ablasına. Lahana turşusundan yapılan Çorte çorbası ve dolmadan oluşuyor menümüz.Tek çorba bile yemek yerine geçecek durumda.

Akşam Yaren Kafeye müzik öğretmenleri geliyor ve bize Ahlat Türküleri çalıp söylüyorlar.
Sonra ut ile şarkılar başlıyor. İlk şarkı Mihriban’da Lale Abla’nın kulaklarını çınlatıyorum. Bir daha ki sefer planı yapıldı Ekim’de Ahlattayız haberin olsun...

7. Gün

Sabah erkenden Ahlat’dan Van’a doğru yola çıkıyoruz. Uçağa gitmeden önce Penirciler çarşısına uğrayıp otlu peynir alıyoruz. Uçağa ballar peynirler baston laptop şeklinde biniyorum ki bu en sinir olduğum şeydir. Neyse ki bir şey unutmadan eve varıyoruz.

Gittiğimiz birkaç okul daha program istedi ancak annemin bu sene programı dolu olduğundan gelecek seneye planlar yapıldı. Kar nedeniyle yollar kapalı olduğu için Nemrut Krater gölüne gidilmediği için hemen planın içine dahil oldum. Umarım gerçekleşir.

İstanbul’dan daha farklı bir doğu var orada. Doğasıyla, kültürüyle, tarihiyle ama en çok orada yaşayan insanların yürekleriyle çok iyi yerlerde olması gereken. Van Gölü ve çevresi turist cenneti olacak her şeye sahip. Zaman zaman kendimi Ege de zannettiğim manzaralar oldu. Umarım bir gün bu rüyalar gerçekleşir ancak gerçekleşirken doğal hali bozulmaz. Van gölü şimdiden kirlenmeye başlamış. Marmara Denizi gibi onu da kaybetmeyiz inşallah.

Eğer yolunuz Van’a düşerse yada yolunuzu Van’a düşürürseniz kalabileceğiniz oteller:

Büyük Urartu Oteli: Şehir merkezinde güzel bir otel. Kalmadık ama sahipleri bizi bir akşam yemeğe davet ettiler. Çok keyifli bir akşamdı. Yemekler çok lezzetliydi. http://www.buyukurartuotel.com/

Akdamar Oteli: Yine şehir merkezinde bir otel. Bu otelde de kalmadık ama bir öğlen yemeğine davetliydik. Her şey çok güzeldi. http://www.icemtour.com/trk/akdamar_otel_van.html

Ahlat

Büyük Selçuklu Oteli: Van gölü kıyısında Ahlatın tek oteli. Önünde plajı var. Odalar rahat ve temizdi. Personel oldukça ilgiliydi. Ne yazık ki otelin web sayfası bulunmuyor.


Yenilen içilenlerin bir kısmı & Çarşılar





24 Nisan 2008 Perşembe

Van'dan

Doğu Anadolu değil de sanki Ege'nin köylerinde geziyoruz. Uçsuz alabildiğine bir mavi göl. Buralıların deyimi ile deniz. Pazar gününden beri hiç durmadan geziyoruz. Okullar, köyler, su kenarları, tarihi eserler... Her gördüğümü fotoğraf makineme ve defterime biriktiriyorum.
Hayatımda hiç içmediğim kadar çayı içtim hep Nalan'ın kulaklarını çınlatarak.
Baharlar açan ağaçları , karlı dağları ve mavi suyu bir arada görmek çok iyi geldi. yazacağım anlatacağım çok şey var, dönüşe saklıyorum. Bu tatilden çok yazı çıkacak biliyorum :):)

ps: Blog ödülleri adayları açıklandı. Kişisel katagoride Zeya'ya oy vermek için tıklayınız.

19 Nisan 2008 Cumartesi

Van'a giderken...

Yarın Van'a doğru yola çıkıyoruz. Uçakla yollar kısaldığı için öğleden sonra Van gölü kenarında olabiliriz. Şöyle hiç bina görmeden dağlar ve yeşiller görebilmek istiyorum. İnsan arada sırada ufuk çizgisini görmek istiyor. Ufkunun apartmanlar olmasını istemiyor.

Hava soğuk olacakmış. Hatta 23 Nisan'da kar yağdığı bile olurmuş. Ona göre bavul hazırlamak lazım. Lahanavari kıyafetler lazım. Sıcak olursa, soğuk olursa çok soğuk olursa. Kendi gardropundan bile zor giyinen biri için bavuldan giyinmek çok zordur. Bu yüzden tüm tatil resimlerinde kıyafetlerim bir eksik, bir garip, bir ben gibi değildir :)

1 hafta küçük bir ara vereceğim. Ama laptopum yanımda olacağından Van'dan canlı yayına da geçebilirim. Hiç belli olmaz.

Daha dinlenmiş ve tazelenmiş görüşmek üzere. Sevgiyle kalın !!

15 Nisan 2008 Salı

Salı durumları

Pazartesi sabahı yataktan kalkacakken kalakaldım. Belim tutulmuş. Hayatımda ilk defa olduğu için biraz panik yaşadım. Hemen annemi aradım. İlaç ve ütü ile ısıtılmış havlu yapıldı. Robot gibi geçti dün. Oturup kalkarken zorlandım prensesler gibi ağırdan aldım hareketleri.

Nalan dubai'den Ebru İzmirden gelince dün gece yine buluşuverdik. Nurdan ve kuzeni Nurcan, Ebrucuk, Nalan Lale Abla fahri blogcu Zuz'un evinde toplandık. Biraz blog dedikodusu, bol bol yeme içme, zuzun harika tavuğunun içine düştüm ben :):) ve bol bol kahkaha.

Bu sabah az robot kalktım akşama doğru ise nispeten kıvrımlarıma kavuştum. Robotix halim bitti.B vitamini eksikliği afta bel tutulmasına sebeb olur denince küre girdim. Şimdi de menüye balık ekledim.Ben şimdi gidip b vitaminin gözünü çıkartayım da geleyim ...

13 Nisan 2008 Pazar

Yoğunluk bitti

12 Nisan ile birlikte yoğun dönem bitti. yani öyle umuyorum. Dün son toplantımız bitip eve gelince bir boşluğa düştüm. Koskoca pazar günü yapmam şart olan pek bir şey yok. Aslında evi toplama, kendine bakma dinlenme kısımları hariç.

Dünkü toplantımız Taksim Square Otel'deydi. Çatısındaki toplantı salonu güzeldi bunun dışında verilen hizmet diğer ünlü otellere göre çok daha iyiydi. Sabah geldiğimizde tüm yönlendirmeler doğru şekilde yapılmıştı ki biz ne isim yazımları gördük Taksim meydanındaki diğer otelerde. Toplantıdan herkesin haberi vardı. Yani herkese ayrıca kendini tanıtma ve ne yaptığını anlatma derdi yoktu. Posterlerimizin asımına kadar yardım ettiler. Teknik olarak herşey hazırdı ve o çalışmadı bu olmadı o yok cevapları almadık hiç. Kısaca Taksim Square Hotel toplantılar için süper hizmet veriyor aklınızda bulunsun. ayrıca bizim salon normalde Boğaziçi Restoran olarak hizmet veriyor, manzarası çok güzel bir denenmeli :)

Bu gün biraz da YAP blogu ile ilgilendim. Uzun zamandır ihmal ediyordum. Bir çok yerde referans verilmesi çok hoşuma gitti. Aslında kafamda o konuda yapacak çok fikir var. Hepsi yavaş yavaş gerçekleşir umarım.

Bu arada blog ödülleri diye bir yarışma var. Ona da katıldım benim neyim eksik diyerek. Şimdi ne oy alma yarışlarına şahit olur güleriz. Bugün Vedat'a eğer kazanırsam televizyona benle çıkıp ödülümü alır mısın geyiği yaptım. Ödül törenine oscar havasında gidilmesi gerektiğini söyledim. Senden herşey beklenir dedi. İyi bir şekilde mi dedi bilemedim :):):)

Dün bahar gelmişti bugün boğucu yaz havası var. Evde kitap okuma, tv seyretme, blog yazma ve uyuma döndüsünde dönüp duruyorum.

Haftaya Pazar Van yolcusuyum. Yorgunluğu orada bırakıp döneceğim.

İyi haftalar herkese

12 Nisan 2008 Cumartesi

Eski Yazı:Adada Yaşamak

Saatler koşuyor sanki, kafamı kaldırıyorum öğlen olmuş sonra 5 olmuş ve akşam olmuş bile. Eve geliyorum birden saat 12 oluyor.oysa ben akşamı geç olan bir yerde öylece boşluğa bakıp durmak istiyorum. (ama sadece bir kaç gün )

11/6/2006 - Bir adada yaşamak
Sanırım tatili özledim ben...

Bozcaada'ya

Bir adada yaşamak sınırları iyice belirlenmiş bir hayatta.arabana atlayıp basıp gitme özgürlüğünü hiç yaşamadan vapur saatlerine tutsak gelen vapurları sevinçle karşılamak gidenlerin ardından hüzünle el sallamak
Adanın yaz gürültücülerine zor alışmak gittikleri zaman oluşan sessizliğe, hüzüne ağlamak.
Adalı herkesi çok sevmek ama her gün onları görmekten bıkıvermek.
En büyük marketin şehirdeki süper marketlerin sıradan bir reyonundan ufak olduğunu bilmek O küçücük markette daima sıcak bir gülümsemeyle ve dumanı tüten ada çayıyla karşılanmak

Yaz sıcağında çınaraltında naneli limonata içmek veya hava serinse sakızlı kurabiyeleri sütlü kahveye batırıp yemek.
Deniz boyu tuz koklaya koklaya yürümek, hergece rüzgardan üşümek. Yaz misafirleri ağırlamak evde ve en sevdiğin balıkçıda sokak fenerlerinin altında yemek yemek. Yemeklerin lezzetiyle sohbetin lezzetinin tadını karıştırmak.
Sevdiğin kitapları misafirlerin elinden kapıp bir solukta okumak. Onlar gitmeden bitirip iade etmek. Arada sırada postadan çıkan kitapların sevinci.
Her gün terasta denizin üzerinde batan güneşin batışını seyretmek ve her gün o pembeliğe şaşırmak.Her sabah denize girme özgürlüğü, bahardan sonbahara kadar.
Kışın fırtınalara direnmek, kapalı kapılar ardında komşu ziyartleri, yağmur yağmadığı günlerde tepelere doğru yürüyüş yapmak ve illa baharı beklemek çaydanlığın buhar yaptığı mutfak camında.Şöminenin önünde sımsıcak sohbet etmek, yağmurun sesini dinlemek, gökgürültülerinden çok korkmak
Hep çekimser kalmak büyük şehrin davetlerine, varlığını reddetmek adadan başka toprakların.
Bir küçük adada hayatın tüm sınırlarını belirleyip yaşamak. Yarıştan, koşuşmaktan, trafikten,
ve yorgunluktan çok uzakta. Sadece sevdiklerinle

8 Nisan 2008 Salı

Cadde Sesleri

İstanbul'a bahar geldi ve cadde de Lale Festivali başladı. Boyner'in önüne kurulan sahnede sabah 11'de başlayan müzik aralıklı olarak akşama kadar devam ediyor. Hiç durmadan ve buna bazı günlerde Fenerbahçe orkestrası katılıyor. Lale festivali müzikleri özenle seçilmiş her telden oyun havaları, sarı laleler çeşitli türküler şeklinde devam ediyor.
Üst kat tam 1 aydır tadilatta tüm bu seslere matkap balyoz sesleri de katılıyor ve biz herşeye rağmen çalışıyoruz. Bazen sesler ruh sağlığımızı bozsa da tempoyu hiç düşürmüyoruz.
Nisan ayı geldi geçiyor. Tam bahar yaşıyoruz İstanbul'da. Bir yağmur bir güneş arada gökkuşağı.
Tüm seslere rağmen hayat güzel :)

4 Nisan 2008 Cuma

eski yazı günü ve Edide

Artık günlük değil haftalık yazmaya başladım ben galiba. ama yazacaklarımı kafamda biriktiriyorum bir sakişnleşip eski hızıma döneceğim.
Nisan yani bahar geldi. Tadını çıkarmak lazım. Sahil günleri sokakta yemek yeme günleri başlıyor.
Yazılarımdan herkes Edide'yi tanıyor. 1 sene oldu onu kaybedeli. Nur içinde yatsın. Geçen sene bu günlerde onun arkasından yazdığım yazı:

10/4/2007 - Güle Güle Edide
Ben onun isim annesiyim. Küçükken Nedime diyememişim Edide diyebilmişim. Bir çok kişi ismini Edide sanırdı. Doğduğum gün konuşarak ona Edide dediğime uzun yıllar inandırdı beni. Belki 50 yıllık komşumuz, elinde büyüdüm derler ya ondan işte. Eskiden bizim sokakta apartmanlar yerine evler varken her bahçede bir aile yaşarken başlamış dostluklar.
Her seyahatten ona gittiğim şehrin ismi yazılı hatıra kaşık alırdım. Salondaki büfede saklardı. Her seferinde çıkarıp hepsini bir bir gösterirdi. Onun evine gitmek çocukluğa yapılan bir yolculuk gibiydi.Ya fındık yedirirdi zorla, ya halka ,ya da kek yanında da sütlü neskafe. İkramı hiç bitmezdi.Rejim falan da dinlemezdi. En özel bayram ziyaretimi ona yapardım. Yeşil kağıtlı mabel çikolatalar,badem şekeri, likör ve krem karamel.O eve bayram bir başka gelirdi. Beni her gördüğünde mutlaka Vedat'ı sorardı. Ne efendi çocuk o öyle demeyi de hiç ihmal etmezdi sonunda.
Cuma günü birdenbire fenalaşmış hastaneye kaldırmışlar. Annem bana cumartesi söylemiş. Pazar günü vefat etti.Bazı insanlar hiç gitmeyecek sanırsınız ya, yaşlandığını farketmezsiniz yada farketmek istemezsiniz.Evine girdiğimde kapıda sevinçle karşılayacağını düşünüyorum hala, giderken parmaklarıyla balkondan öpücük gönderceğini. İçim kabul etmek istemiyor ama hasta yatıp çekmediği için seviniyorum bir yandan da
Mayıs ayı geliyordu. Anneler gününde geleneksel Pazar kahvaltımızı yapacaktık bu sene de. Biz yine gideceğiz. Seni anacağız hep gülerek. Güle güle Edide huzurla uyu...